Türkiye Cumhuriyeti, (İran, Afganistan, İrak, Suriye’de) yaşayan Türklerin kendi Federe devletlerini kurmalarına destek vermelidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri (Osmanlı’nın son dönemi siyasetine ters olarak) Ortadoğu ülkleri İran, Afganistan, İrak ve Suriye’de yaşayan Türklerle ilgili, omurgasının bu ülkelerin toprak bütünlüyü ile merkezi devletlerini desteklemetten oluşturan oturmuş bir siyaseti vardır.
Bu siyaset - başka olumsuzluklarla birlikte - Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlının her zaman kendi arkabahçesi ve doğal etki alanı olarak kabul ettiyi İran, İrak ve Suriye’yi terk etmesi; bu ülkelerin geleneksel Türk düşmanlarının etki alanına dahil edilmesi, ve İran örneyinde katı anti Türk fesat ve fitne odağına dönüşmesine imkan verilmesi gibi vahim jeostratejik sonuçlar doğurmuştur.
Bu ülkelerde merkezi devletler kendi Türklerine karşı asimilasyon politikası gütmekte; dil, kültür ve târihlerini yok etme siyaseti uygulamaktadırlar. Özellikle İran’da uygulanan asimilasyon ve zorla Farslaştırma siyaseti, çoğunluğu oluşturan Türkler (Batı Oğuzlar), ve azınlıkta olan Türkmenler (Doğu Oğuzlar), Kazaklar ve en eski Türkik dillerin birinde konuşan Halaçlara karşı etnik - dilsel soykırıma dönüşmüştür. Durum Afganistan’da da aynıdır ve bu ülkede yaşayan Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar ve başka bir çok Türkik grup tamamen Derileşip - Peştunlaşıp ortadan yok olmaktadırlar. Suriye’de ikinci millet olan Türkler, devletin uyguladığı Araplaştırma siyaseti sonucunda büyük ölçüde Araplaşıp - Kürtleşip ve hızla yok olmaktadır. Benzer bir durum İrak Türkleri için de geçerlidir.
Türkiyen’in bu dört ülkenin merkezi devletlerini koşulsuz desteklemesi, bir anlamda bu ülkelerde yaşayan Türklerin etnik - dilsel soykırımına yeşil ışık yakması ve yardım etmesi anlamındadır. En azı anılan ülkelerin merkezi devletleri Türkiye'nin tutumunu böyle yorumlamışlardır. Oysa özellikle İran’da yok edilen Türk dili ve Türk târîhî mîrâsı, Türkiye’nin de dili ve Türkiye'nin de târîhî mîrâsıdır (İran’daki Türkçe, Doğu ve Güney Anadolu gibi Batı Oğuzca'nın doğu lehçelerindendir, Osmanlıların kökeni İran’ın kuzeybatısında Türk bölgesi veya Türkili’dendir, Anadolu'nun Türkleşmesi ve Türk kimliyinin oluşmasında belirleyici rol oynayan akım ve şahsiyetlerin çoğu, Hacı Bektaş ve Ahi Evren gibi, İrandaki Türklükten gelmektedir, …).
Türkiye Cumhuriyeti bu ülklelerle ilgili şuanki siyasetinde U dönüşü yapmalıdır:
-Bu ülkelerin merkezi devletleri ile normal ilişkilerin kurulmasını onların kendi ülkelerinde yaşayan Türk halkların milli haklarına saygı; dil, kültür ve târîhî mîrâslarını koruma; Türkçe eyitim ve yayın basına uygulanan yasakları kaldırma vs’ye koşutlandırmalıdır,
-Bu ülkelerle ilişkilerin derinleştirilmesi ve genişletilmesini, Moldova’da yaşayan Gagavuzlar ve Kıbrıs’ta yaşayan Türkler örneklerinde izlediyi siyasete benzer biçimde, bu ülkelerde yaşayan Türklerin kendi federe devletlerini kurmalarına bağlamalıdır.
-Türkiye Cumhuriyeti açık ve örtülü plan ve uygulamalarla, gürültü patırtı koparmadan hızla bu ülkelerde yaşayan Türk toplumların dilsel - edebi (Türkçe temelli), ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal kalkınma, gelişme ve kendi ülkeleri ile bölgelerinde belirleyici ve üstün toplumsal, siyasi ve askeri güce dönüşmelerini sağlamalıdır.
Örneyin İran’da yaşayan Türkik milletlerin güclenmesi ve bu ülkenin geleceyini belirlemede tekrar belirleyici ve başat bir aktöre dönüşmeleri ile, İran’da en az beş yeni Türk Federe devleti “Türkili Devleti” (İran’ın kuzeybatısında ve Türkiye’yenin doğusunda ona bitişik), “Kaşkayurtu Devleti” (Basra körfezi’ne yakın güney İran’da), “Halaç Orda Devleti”, “Afşaryurtu Devleti” (Horasan’da İran’ın kuzeydoğusunda) ve Türkmenyurtu Devleti (Hazar Denizi’nin güneydoğu kıyısında, Türkmen Sahra’da) kurulacaktır. Böylece Türkiye, kendi yüzölçümünün yarısı kadar geniş alanlı “Türkili Federe Devleti” aracılığıyla Nahçıvan, Azerbaycan Respublikası ve Hazar Denizi’ne doğrudan kara toprak bağlantısı sağlayacak, “Türkili Devleti” bölgede Ermeni ve Güneydoğu Anadolu, İrak ve Suriye’deki Kürt terörü ve yayılmacılığı ile mücadile yükünün önemli bölümünü üstlenecek, dünyanın en eski Türkik dillerinden biri olan Halaçça “Halaç Orda Devleti” korumasını kazanıp Fars devleti tarafından yok olmaktan kurtulacak, “Kaşkayyurtu Devleti”nin kurulmasıyla Türklük Basra Körfezi ve Hormuz Boğazını control eder olacak, “Türkmenyurtu Devleti” ile Horasan’da “Afşaryurtu Devleti”nin kurulması ile Türkiye ve Azerbaycan Respublikası, coğrafi olarak Ortaasya’ya adeta bitişik hale gelecek, ve bu iki yeni Federe Türk devleti Afganistandaki Türkleri kolaylıkla destekleyebilecek ....
Türkiye’nin İran, Afganistan, İrak ve Suriye’de yaşayan Türklerin bu ülkelerde güç merkezine dönüşmesi ve kendi devletlerini kurmalarına destek vermesi, başka nedenlerden dolayı da Türkiye’nin milli ve jeopolitik çıkarlarına hizmet etmektedir. Özellikle Türkiye’nin doğu bitişiyinde güçlü bir “Türkili Devleti”nin kurulması, Azerbaycan Respublikası ile birlikte bölgede birbirine bitişik sarsılmaz bir Türk çekirdek oluşturarak, bu ülkelerin Batı'ya olan askeri ve siyasi ihtiyacını azaltacak ve güvenliyini artıracaktır ....
Afganistan ile Suriye birer “failed state” (aciz - çökmüş) devlettirler ve İran ile Irak hızla bu yolda ilerlemektedirler. Türkiye’nin bu ülkelerin merkezi devletlerini dirilterek onları kendisine uyumlu ve yakın bir yönetim haline getirebileceyi düşüncesi, İran'da Kacar sülalesi yerine kurulan Pehlevi ve Pehlevilerin yerine kurulan İslam Cumhuriyeti tecrübelerinin de gösterdiyi gibi, hiç gerçekçi deyildir. Bu ülklerin merkezi devletleri diriltilse bile, hiç bir zaman Türkiyeye dost bir yönetim olmayacaklardır. Türkiye’nin milli çıkarları bu devletlerin kaçınılmaz tam yıkımından sonra yerlerine başka birer Türk düşmanı aşırı ünitar devletin hortlaması deyil, o ülkelerde yaşayan Türklerin kurdukları federe veya bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıdır.
Bu
ülkelerde yaşayan Türklerin kendi federe devletlerini kurmaya yardım, ayrıca
Türkiye’nin ahlâkî sorumluğudur. Bu Türkleri Peştun Taliban, Fars Mollalar,
Arap Faşist Baas ve Haçlı destekli Kürt terörist oluşumlar karşısında
kendilerini koruyamaz ve savunamaz bırakmak, ahlâkî bir davranış deyildir,
mazlumların yanında ve Osmanlının mîrâsçısı olduğunu iddia eden bir yönetime de
yakışmaz. Kıbrıs Türkleri ve Gagavuzyeri Türkleri milli haklar, milli devlet ve
Türkiye desteyi bağlamında neyi hak ediyorlarsa; İran, Afganistan, İrak ve
Suriye’de yaşayan Türkler de aynısını hak ediyorlardır.
Fars Mollaların Lübnan’da Şii Hizbullah’ı, Fıransa’nın Karabağ’da Ermeni teröristleri, Haçlıların topyekün Kürt teröristleri, .... desteklediyi ve siyasi - askeri güce dönüştürdükleri bir sırada, Türkiye’nin kendi arkabahçesinde on milyonlarca barışsever, uygar ve laik Türk’ü kaderlerine – köktendinci ırkçı Peştun Taliban ve Fars Mollarlar ile Faşist Arab Baas ve terörist Kürt gruplar elinde - yok olmaya terk etmesi, anlaşılır bir durum deyildir.
Türkiye
şu anda Yumuşak Güç (Soft Power) kullanımında dünya ülkeleri arasında 20. (Monocle,
2012) veya 28. (Portland, 2015) sıradadır. Ancak bu Yumuşak Güçü kendi arkabahçesi
olan Afganistan, Irak, Suriye ve özellikle İrandaki Türkler üzerinde hemen
hemen hiç kullanmamaktadır. Bu durum, mantıklı olmadığı gibi sürdürebilir de deyildir....
İRANLI TÜRKLER VE İRAN DEVLETİ İLE İLGİLİ EK AÇIKLAMALAR
Osmanlı devleti yirminci yüzyıl başlarından beri, Osmanlı dışında tek bağımsız Müsülman devlettir diye, İran’a hakim Türk Kacar devletini destekliyordu. Bu dönemde Osmanlı ve Kacar devletleri bir çok dış ve iç alanda tek millet-tek devlet gibi davranıyor, Osmanlı aydını da İran’da yaşayan Türk halkını kendisinin devamı olarak görüyordu. Bundan dolayıdır ki 1900da İran’da ilk kez Türkçe eyitim yasaklandığında, buna ilk ve en etkili îtirazı İkinci Sultan Abdülhamid Han yaptı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında hem Osmanlı makamları hem de İttihat ve Terakkiciler Türklük - soydaşlık temelinde doğrudan İran'da yaşayan Türk halkını desteklemeye ve onlara milli devlet kurmaya yöneldiler. Kafkasya’da "Azerbaycan Halk Cumhuriyeti" kurulduktan iki hafta sonra da Türkili'nde (İran’ın Türk olan kuzeybatısında) Urmulu Cemşidhan Subataylı Afşar yönetiminde “Türk İttihat Devleti”ni kurdular.
Osmanlı ve Kacar Devletleri yıkılınca bu durum deyişti. İran'da katı Anti Türk olan bir Fars devleti, “Pehlevi sülalesi” kuruldu. Rıza Şah ilk günden İran'da yaşayan ve çoğunluk olan Türk halkını Farslaştırmak ve Türkçe'yi yok etmek için resmi devlet politikaları oluşturdu ve uygulamaya koydu. Kemalizm Türkiye’de iyice yerleşince Atatürk - Rıza Şah’ın İran'da Türk medeni ve dilsel soykırım yaptığını bildiyine rağmen- geleneksel İran politikasında U dönüşü yaparak, Anti Türk ve Fars milliyetçilerinin kontrolunda bulunan İran devleti ile istiratejik ittifak kurdu. Bu İttifak bir anlamda Türkiye devletinin yeni İran devletine, kendi Türk halkına etnik ve dilsel soykırım yapmasına bundan sonra Türkiye’nin karşı çıkmayacağı güvencesini vermekti. İran devleti bu güvenceyi alınca, İran'da Türklüyü ve Türkçe'yi topyekun yok etmeye girişti. Bu güvence Atatürk’ten sonra da devam etti, günümüzde de devam ediyor ...
İran devleti 1925ten beri Fars etnik gurupunun hakimiyeti altındadır. Ondan önceki bin yılda bu ülke yüze yakın Türk ve Moğol devlet, sülale ve orduları hakimiyeti altında olup, Türk Dünyası'nın bir parçası hatta merkezi konumunda idi. Ülke 1925te Fars hakiymiyetine geçtikten sonra modern İran devleti (Pehlevi Sülalesi ve ardınca İran İslam Cumhuriyeti) yayılmacı olan aşırı Fars milliyetçiliyi temelinde yönetilmektedir. Türk düşmanlığı ise, Fars milliyetçiliyi ile Fars milli kimliyini oluşturan temel ve kurucu bir öğedir ve kendini içeride çoğunluğu oluşturan Türk halkı, kimliyi, dili ve târîhî - medeni mîrâsını yok etmek ve Farslaştırmak; dışarıda bütün Anti Türk merkezler, en başta Haçlı zihniyetli devletlerle bölge ve dünya Türklerini zayıflatmak doğrultusunda uyumlu hareket etmek olarak göstermektedir. Bu nedenle İran devleti; Kıbrıs Türkleri, Karabağ konusu, Kırım Türkleri, Doğu Türkistan, Suriye ve Irak Türkmanları, Afganistan Türkleri vs konularında hep Türklere karşı cephede yer almaktadır. Avrupa'da global Türk düşmanılığının odağı Fıransa devleti ise, Ortadoğu ve Ortaasya'da Türk düşmanlığının odağı Fars hakimiyeti altındaki İran devletidir.
Fars milli kimlikli İran devleti, genel Türk düşmanlığına ek olarak, Türk Dünyası'nın Doğu ve Batısı arasında sedd ve duvar oluşturma misyon ve görevini de üstlenmiştir (Zaten bu nedenle 1925te tesis edilmiştir). İran devletinin Ermenistan'ın Azerbaycan Cumhuriyeti'ne karşı toprak taleplerini desteklemesinin bir nedeni de, oluşturduğu ve Türk Dünyası'nı ikiye bölen bu duvarı Kafkasya'nın içlerine doğru uzatarak, Türkiye ve Azerbaycan Respublikası'nın toprak bağlantısını koparmak istemesidir. Fars milliyetçileri aynı duvar oluşturma amacıyla Birinci Bünya Savaşı yıllarında Batı Azerbaycan ostanı'nda iki Ermeni ve Asuri devleti kurmak isteyen güçleri desteklemişti, bugün de aynı amaçla İran devleti Batı Azerbayan Ostanı'nı Kürtleştirme siyasetini gütmektedir.
İran devleti ve Fars-Şii milliyetçiliyinin kendine karşı tanımladığı yaşamsal tehdit ve istiratejik düşman, Türkiye’dir. Son olaylar (İran İslam Cumhuriyeti'nin birden bire Azerbaycan Cumhuriyeti'ni askeri olarak tehdit etmesi ve bu ülkeye karşı topyekun siyasi ve propaganda savaşı açması) sırasında, İran Şii-Fars devleti ile birlikte bütün Fars siyasi yelpaze, dincisinden milliyetçisine, sekülerinden soluna, yurt içi ve yurt dışında hepsi histerik bir Anti Türk ve Anti Türkiye öfkede birleştiler ve Türkiye tehdidini yok etmek için akıllarına gelen her türlü gerçekçi ve absurd yol ve senaryo ve öneriyi dillendirmekten de çekinmediler. Bu öneriler arasında İran’ın Yunanistan, Fıransa, Kıbrıs Rum kesimi, Sırbıstan, Hindistan vs ile Türkiye’ye karşı ittifak kurması, Türkiye Kürtlerinin terörist ve silahlı mücadilesini daha açık biçimde desteklemesi, Ermeni Soykırımını tanıması, Türkiye’ye gaz ihracatının durdurulması, Türkiye’yi Asya’dan Avrupa’ya giden petrol ve gaz boru hatları projelerinden dışlama, İran’ın Türkiye’deki Alevileri örgütlemesi ve onlardan yararlanması, Türkiyeli Aleviler ve Şiileri İran’a bağlı askeri bir taburda örgütleme gibi düşünebilecek her şey vardı.
Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan ve İran başta olmak üzere bölge Türklerinin tarihsel düşmanı Avurpa’da Fıransa ve Ortadoğu’da İran’dır. Yunanistan, Ermenistan, Kürt terörü vs tehdidleri bunların yanürünüdür.
Fars hakimiyetinin devam etmesi durumunda, ve bir iki kuşak sonra bütün İran ile Afganistan Türklerinin şu anda hızla devam eden Farslaştırılma süreci sonunda, Türkiye sınırından Çin sınırına dek uzanan ve katı Anti Türk-Anti Türkiye olan kocaman bir Fars imparatorluğu oluşacaktır. Böyle bir Fars heyülası sadece Türkiye deyil, bütün Türkik dünyasını tehdit eder güçtedir.
Bundan dolayı Türkiye, Fars hakimiyetli İran’ı milli tehdit olarak görmeli ve onu etkisiz hale getirmeye çalışmalıdır. Fars Hakimiyeti ile isitratejik ittifak kurmak, son ambargolarda olduğu gibi onu kurtarmak, üç artı üç ( 3 + 3 ) önerisiyle tekrar İran’ı Kafkasya’ya sokmak vs deyildir.
Bir Kaç Öneri:
Türkiye İran'daki Türkik halklarla ilgili Kemalist dönemi kavram, mentalite ve terminolojiyi büsbütün terk etmelidir. Ve yeni politikalarını şu temeller üzerine kurmalıdır:
1-İranda dört Türkik halk vardır: “Türk” (Batı Oğuzlar), “Türkmen” (Doğu Oğuzlar), “Halaç” ve “Kazak”. İranda “Azeri” veya "Azerbaycanlı" diye bir halk yoktur. Türkiye İrandaki Türk halkının “Azeri” adlandırmasını yasaklamalıdır. İran'da Türk halkının konuştuğu dil de Türkçe’dir, Azerice ve ya Azerbaycan Türkçesi deyildir. Lehçe grupu adı olarak, İran'daki Türkçe lehçeleri topluca “Türkman lehçeleri”dir.
2- Türkiye İran'daki Türkleri kendi uzantısı -ve ne Azerbaycan Respublikası uzantısı- olarak görmelidir. İran'da yaşayan Türk halkı (Batı Oğuzlar), Anadolu Türklerinin iki yönlü uzantısıdır. Birincisi İran'da yaşayan Türkler Anadolu’ya geçen Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Osmanlıların atalarıdır. İkincisi Anadolu’dan İran’a geçen Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Kızılbaş Türkmanlar, İran'da yaşayan Türklerin etnik oluşmasında belirleyici rolleri olmuştur.
Zaten İran'da Azerbaycan Respublikası sınırlarına yakın Doğu Azerbaycan ili dışındakı Türkler, milli kimlik açıdan Azerbaycan Respublikası'na deyil, Türkiye'ye daha yakınlık hiss ediyor. Örneyin bunlar kendilerini hala Türk adlandırıyor, Azerbaycanlı deyil.
Türkiye’nin İrandaki Türkleri kendi uzantısı görmesi gerektiyinin, yukarıda anlatılan târîhî ve kimlik nedenlerden başka, siyasi nedenleri de vardır:
-Azerbaycan Respublikası'nın İranlı Türkler konusunda bu ülkeye mudahile etme gücü yoktur. Bu ülke hala Karabağ’ı tam olarak Ermeni işgalinden kurtaramadı ....
-Azerbaycancı söylem İranda yaşayan Türk halkını Azerbaycanlı olan ve Azerbaycanlı olmayan diye ikiye bölüyor, milli kimlik kargaşası yaratıyor ve İran'daki Türk halkını siyasi güç olmaktan çıkarıp yok olmasına zemin yaratıyor. Oysa Türk odaklı söylem, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlının benimsediyi İttihad-i İslam söylemi gibi, İran'da yaşayan bütün Türkleri birleştiriyor, milli oyanışlarını hızlandırıyor ve onların siyasi bir güç merkezi haline gelmesine zemin yaratıyor ...
3-Türkiye Devleti, “Sınırların Dokunulmazlığı” ve “Ülkelerin İçişlerine Karışmama” ilkelerini, “Etnik Ve Medeni Soykırım”a onay vermekle bir birine karıştırmamalıdır. İran'da devlet Türk halkına karşı acımasız bir etnik ve dilsel soykırım uyguluyor. Türkiye bu ülkenin sınırlarının dokunulmazlığı ve içişlerine karışmamaya taahhüd etmeli, ancak İran devletinin bu ülkedeki Türk halkını, Türkçe'yi ve Türkiye'ye de âit olduğu Türk târîhî medeni mîrâsını yok etmesine sessiz kalarak destek vermemelidir. Tersine İran’da yaşayan Türk halkının milli hakları ve Türkçe eyitim ve yayın vs’ye yönelik baskı ve yasakların kaldırılmasını, Türk târîhî ve medeni mîrâsı yok etmeyi durdurmasını, Türkiye-İran ilişkilerinin tam kapasite iyileşmesinin önkoşulu olduğunu resmen bu devlete bildirmelidir. Azerbaycan Cumhuriyeti de aynı siyaseti takip etmelidir.
4-Türkiye TV ve mediyası İran’ın Türklerle meskun bütün kuzeybatı, batı, kuzey ve orta İran’ı kapsayacak biçimde yeniden yapılandırılmalıdır.
5-Türkiyede İran, Azerbaycan Respublikası ve İraktaki Türklerin “Şii” deyil, “Caferi” oldukları tezi kabul edilmelidir. Buradaki Caferi, Nadir Şah Afşar’ın Osmanlıya önerdiyi Sünniliyin beşinci mezhebidir. (Osmanlı yetkilileri dargörüşlülükle Nadir Şah’ın Caferi Mezhebi’ni yaratma girişiminin istiratejik deyer ve önemini anlayamadılar).
6-Türkiye Diyaneti kendi bünyesine iki yeni Alevi ve Caferi şübeleri yaratmalıdır.
A-Alevi Şübe Türkiye'deki Aleviler, İrandaki Kızılbaş ve Ehl-i Haklar vs, Balkanlar'daki Bektaşiler, Türkiye ile Suriye'deki Nusayriler, İrak'taki Şebekler vs’nin durum ve sorunlarından sorumlu olmalıdır.
B-Caferi Şübe İrak, İran ve Azerbaycan Respublikası'ndaki Türk ve Türkman Şiiler, Afganistan'daki Hazaralar, Aymaklar, Kızılbaşlar ve başka Türk - Moğol kökenli Şiilerin durum ve sorunlarından sorumlu olmalıdır.
Alevi ve Cafeti Birimleri bu inançların önderleri tarafından yönetilmelidir.
Azerbaycan Respublikası'nda da benzer kurumlar oluşturulmalı ve Türkiye Alevi birimi ile Azerbaycan Alevi birimi, Türkiye Caferi birimi Azerbaycan Caferi birimi koordineli çalışmalıdır.
Alevi Ve Caferi Şübelerinin Görevi: Bu gurupların eski dini eserlerini yayımlama; Kadın haklarına saygılı, hoşgörüye dayalı, Laikliye uyumlu ve şiddetten uzak dini yorumlar ile modern Türkçe malzemeleri hazırlama, dini mekanları ve tapınaklarını onarma, din adamlarını yetiştirme, ve en önemlisi onların Fars-İran Devleti tarafından Şiileştirmelerini ve kullanılmalarını engellemek vs.
Devlete bağlı Diyanet'te sadece Sünniliyin temsil edilmesi, Sünni olmayan gurupların devletten soğuması, aşırı Sünnilerin de devlet ve ülkeyi tekçe kendilerinin tasavvur ederek bu grupları ikinci sınıf vatandaş olarak görmesi ve dışlamasına neden oluyor.
Alevi ve Caferilerin Diyanette temsil edilmemesi ve kendi hallerine bırakılmalarının başka bir sakıncası, bölgedeki bu gurupların büyük bölümünün anti Türk odaklar ve devletlerin etki alanına girip, bazısının da hâmi arayarak Şiileşip Fars milli çıkarlarının maşası olmasıdır. Örneyin Râufipûr Şiileşmiş bir Türk’tür, Iğdırda inançlı Caferi Türklerin bir çoğu İran Fars devleti etkisi altına girmiş, dini inançları olmayanların bir bölümü de aşırı Solcu ve Kürtçü akımlara katılmakta .....
7- Türkiye Diyaneti'nde Musevi ve Hırıstiyan birimler de açılabilir. Musevi birim Türkiye'de yaşayan Türk Musevilerle Avrupa'da yaşayan ve yok olmakta olan Kırımçak, Karayim vs Musevi Türk ve Tatarların, hatta Azerbaycan Respublikası'ndaki Musevi Tatların; Hırıstiyan birim ise Türkiye'de yaşayan Türk Hırıstiyanlarla Avrupa'da yaşayan Hırıstiyan Gavavuz ve Karamanlı Türkler, Lipka Tatarları vs’ye kendi Türk dil ve lehçelerinde eski ve yeni dini kitapları basma, dini mekanlarını onarma vs’de yardımcı olabilir ve de onların Fıransa ve Yunanistan gibi Anti Türk devlet ve akımların etki alanına girmesini engelleyebilir.
8-Türkiye devleti özellikle Yahudi ve Musevi konusunda Fars İran rejimi oyununa gelmemelidir, her zaman îtidal ilkesini izlemeli ve geleneksel Türk - Moğol töre ve yosunlarına sıkı bağlı kalmalıdır. Fars Şiiliyinde Musevi düşmanlığı temeldir ve bu mezhebe Safevi döneminde doğrudan Haçlı Avrupa ve Ermenistan Hırıstiyanlığından ithal edilmiştir. Oysa Türk - Moğul töre ve yosunlarında ve özellikle Osmanlı tarihinde Yahudi ve Musevi düşmanlığı diye bir şey yoktur. Tersine Türk ve Musevi -Yahudi ittifakı sağlam tarihi temellere dayanır. Türkler ve Museviler ikisi de tarih boyunca aynı biçimde iki tehdit yani Haçlı Avrupa köktendinciliyi ve Aryaçılık Irkçı nefretine maruz kalmış ve bunlarca düşman sayılmıştır. Ayrıca Hırıstiyan Avrupası ile Yunanistan ve Ermenistan vs’nin Türklerle toprak-milli sorunları olduğu halde, Türk ve Yahudilerin birbiriyle hiç bir toprak temelli milli sorunları yoktur....
9-Fars İran rejimi son onyıllarda Türkiye’yi aşırcılıkta kendine benzetmeye, Türkiye ile dünya Yahudi - Musevilerini bir birine düşman etmeye çalıştı. Asıl amacı Türkiye ile Batı, NATO, Avrupa Birliyi vs’nin arasını açmak, Türkiye’yi onların sempatisi ve desteyinden mahrum ederek zayıflatmaktı. Bunda büyük ölçüde de başarılı oldu. ABD’nin var olmayan Ermeni Soykırımı'nı tanıması, Avrupa’nın Doğu Akdeniz'de Türkiye’nin ve Karabağ'da Azerbaycan'ın haklı isteklerine karşı koyması, Türkiye’nin F35 projesinden atılması vs hep bu İran'a benzeme yanlışlığının sonucudur. Türk ve Yahudi-Musevi bağları güçlü olsaydı bunların hiç biri olmayabilirdi ...
Linkler:
Türkiye Cumhuriyeti (İran,
Afganistan, İrak, Suriye’de) yaşayan Türk milletlerin kendi Federe devletlerini
kurmalarına destek vermelidir.
http://sozumuz1.blogspot.com/2022/05/turkiye-cumhuriyeti-iran-afganistan.html
İran’dan Ermenistan’a uyarı:
Soykırım iddiasından vaz geçmeyin, Türkiye ile ilişkileri normalleştirmeyin
https://sozumuz1.blogspot.com/2022/04/irandan-ermenistana-uyar-soykrm.html
İran’ın Fars-Şii Derin Devleti
sözcülerinden Râifipûr: İran, Türkiye Alevilerini örgütlemeli ve kullanmalı;
Erdoğan’ın İran’ın sabrının tükendiyini anlamasını sağlamalı.
https://sozumuz1.blogspot.com/2022/02/irann-fars-sii-derin-devleti.html
Türkiye’nin Nato ve Başka Batı - Avrupa
Kurumlarındaki Üyeliyi ve Yeri Tartışılmaya Açılmamalıdır
http://sozumuz1.blogspot.com/2022/05/turkiyenin-nato-ve-baska-bati-avrupa.html
عشق يک طرفهی تورکيه به ايران فارسی-پارسی
https://sozumuz1.blogspot.com/2018/04/blog-post_17.html
تورکييه جومهوريتی و ايران تورکلهری
No comments:
Post a Comment